1.BÖLÜM
Kaybettiğim dalgıç takımımı ararken telefonlarım bir türlü susmuyordu. Her bir aramada sinirlerim biraz daha gerilirken ayağıma dolanan Misha'ya takılıp düşmemeye çalışıyordum. Elimdeki çamaşır sepetinden düşen birkaç çorabı ayağımla alıp yatağa fırlattığım ve sepeti de peşinden boşaltıp doğruca mutfağa, telefona koştum. Açtığımda sesim tam istediğim o aksi tondaydı.
"Ne var Stephanie?"
"Sana da günaydın Hannah. Yarım saattir sahilde seni bekliyoruz. Ne kadar yatıştırmaya çalışsamda Charlotte çıldırdı üstelik Luca şu an onu sana karşı doldurmakla meşgul."
Harika. İşte şimdi paniklemiştim. Charlotte oradaydı. Zaten bu operasyona gelmemesi saçma olurdu. Bunu nasıl düşünememiştim. Bu sefer beni ekipten atmazsa şanslı sayılırdım. Defalarca aksattığım görevlerim ve başarısız dalışlarımın sayısı fazla olsa da bana sabretmişti.
Atılamazdım, atılmamalıydım.
Küçüklüğümden beri sulardaydım. Bu benim için bir yaşam tarzıydı. Nefesimi suda 1 dakika tutmaktan tüple saatlerce basınç altında kalmaya kadar gelebilmiştim ben. Aslında o kadar da kötü bir dalgıç sayılmazdım. Tabii etrafımda beni çürütmek isteyen insanlar da olmazsa...
"Lütfen Stephanie Charlotte'ı durdur. O denizaltına binmek istiyorum. Aylardır bunu bekliyordum."
"Biliyorum biliyorum fakat bu çatlak kadın sakinleşecek gibi değil. Elimden geleni yaparım ama sen de hızlı ol. En kötü Luca'yı sörf tahtasıyla döverim. Bu herkesin dikkatini dağıtır.”
Kıkırdadı.
"Ve acilen o denizaltını görmelisin Hannah. Bizim evin önündeki parktan bile büyük, her yeri cam. İçi kim bilir nasıldır... Kaçırmaman için elimden geleni yapacağım."
"Çok teşekkürler Steph orada görüşürüz."
"Çabuk ol!”
Telefonu kapandığında sertçe masaya koydum. Kaçırmak istemiyordum. 3 adımda yatak odama çıkıp dolabımı karıştırmaya başladım. Takımım burada bir yerlerde olmalıydı. Kıyafetlerimi birbirine kattım. Etrafa saçılan tişört, çorap, pijamayla her yer karman çorman oldu. Şimdi takımı bulmak daha zor gözüküyordu. Bıkkınlıkla oflayarak tüm kıyafetlerimi yere döküp dolabı boşalttım. Elimi üst rafına sokarak derinliklerini kontrol ettim. Ama hayır burada da yoktu. Harika. Şimdi ne yapacağım? Ellerimi saçlarıma götürerek hafifçe çekiştirdim.
Olamaz olamaz olamaz.
Çok geç kaldım! Nasıl hayalini kurduğum bu güne hazırlanmayacak kadar akılsız olabilirim? Ama dalgıç takımım her gün aynı yerinde olurdu. Şu an yoktu. Sadece hatırlamaya ihtiyacım vardı.
Nerede olabilir? Düşün düşün. Gözlerim yatağıma takıldı.
Bekle!
Koşar adımlarla yatağa gidip ağır bazasını kaldırdım ve o alışık olduğum mavi poşeti gördüğümde rahat bir nefes aldım. Hafta sonu olan temizlikte buraya kaldırmış olmalıydım. Kendime fark etmediğim için kızarken hızla içindekileri kontrol etmeye koyuldum. Eksik olmamalıydı. Hepsini teker teker saydım. Palet, maske, dalış elbisebi, ağırlık kemeri, denge yeleği, zaman saati ve pusula. Hepsi tamdı. En azından buradan vakit kaybetmeyecektim. İçimde yükselen zafer duygusuyla poşeti koluma taktım ve anahtarlarımı alıp dışarı çıkıyordum ki gözlerim bacaklarıma takıldığında yine bir şey unuttuğumu farkettim.
İktiyozis.
Dalıştan önce bunu görmezden gelirsem muhtemelen bacaklarım bir hafta kızarık katman katman gezecektim. Yatak odama geri dönüp çekmeceyi açtım. Beyaz kapaklı büyük kremi aldığımda tekrar sıkılmaya başlamıştım. Bunu yapmaktan nefret ediyordum. Kapağı açıp bir avuç kremi bacaklarıma sürmeye başladım. Elime gelen pulluluk hissine alışkındım. Bu hastalığa nasıl yakalandımı gerçekten bilmiyordum. Bebekliğimden beri böyleydi. Babaannem bir gün beni giydirirken bacaklarımın soyulduğunu görmüş ve soluğu hastanede almıştı. Bana kalırsa acayip kaşınmasından ve en az Misha' nın tüy dökmesi kadar yoğun dökülen derilerden başka risk taşıyan bir hastalık değildi fakat babaannem öyle düşünmemişti. Doktor bana iktiyozis teşhisi koyduğunda oracıkta fenalaşmıştı ve doktorlar ona sadece bir deri hastalığı olduğunu anlatana kadar saatler geçmişti. Gel gelelim dediklerine göre bu hastalık bende tuhaf seyrediyordu. Doktorun net bir açıklaması yoktu, sadece mutasyonlu olduğunu söylüyordu çünkü bacaklarım bazen, özellikle soğuk havalarda morarıyordu. Doktorlar hastalığın bu çeşidini ilk kez bende gördüğü için herkesin kullandığı kremlerden başka bildikleri bir tedavi yöntemi de yoktu maalesef. Krem çoğu zaman işimi görsede son bir yılda kaşıntıyı ve soyulmayı engelleyemez oldu. Özellikle dalış sonraları sıkıntı oluyordu. Suyun içinde gayet rahat olmama rağmen çıkınca bütün acısını çekiyordum. Sanırım krem artık hastalığı yatıştırmaya yetmiyordu. Artık canımı o kadar sıkmaya başlamıştı doktorun yazdığı dozajı çok kolay aşıyordum. Ancak bu şekilde biraz rahatlayabiliyordum. Ve akademideki bazı insanlar da en çok bu konuda benimle dalga geçiyordu. O yüzden bunu işime olabildiğince az yansıtmaya çalışıyordum. Her ne kadar takıma ilk geldiğim zamanlar kadar -11 yaşındaydım- zorbalık görmesemde yine ‘bazı insanlar’ asla olgunlaşmıyordu.
İç çektim. Kremi çantama attıktan sonra ayakkabılarımı bağlarken boynuma astığım dalış gözlüğüm aşağı sarktı. Kapıyı çekip anahtarlarımı cebime attığımda koşarak bisikletimi park ettiğim yere gittim. Kilidini açıp ayağımı pedala koyarken kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı bile. Bisiklete bindim ve dengemi sağlayıp hızlandım. Ontario’nun bu küçük kasabasında arabaya ihtiyacım olmuyordu. Araba kullanan çok az kişi vardı. Burası bisiklet parkurlarıyla dolu, sahillerle kaplı bir yerdi. Dolayısıyla arabam yoktu. Zaten arabam olsa bile bineceğimi sanmıyordum. Geçen sene babaannemi kazada kaybettiğimden beri binmiyordum. Kazan anında şöför ve babaannemin ön koltuktaki görüntüsü her seferinde arabaya binmeme engel oluyordu.
Yamacın sonunda frenler çalışmayına takla atarak denize yuvarlanmıştık. O anı her anımsadığımda, o düşmeyen hız ibresi gözümün önüne gelince içim ürperiyordu. Suya düştüğümüzde cam, kapı kalmamıştı. Tek yüzebilense bendim ve kendimi zor kurtarmıştım. Kurtarma ekiplerinin söylediklerine göre babaannem ve şöförü arabanın içinde kımıldayamamışlardı. Benim kurtulmam bir mucizeydi. Hiçbir dalışta kaçmadığı kadar çok su kaçmıştı genzime. Yine de kendimi, onları kurtaramadığım için suçlu hissediyordum. Sırf bu travmamın varlığından, devasa deniz araçlarına biniyor olsam da arabalara asla binmezdim.
Yüzümü buruşturdum, o dakikalar aklıma geldikçe hala kötü oluyordum. Derin bir nefes alarak temiz havayı içime çektim ve yola odaklandım. Buluşma yerine gelmek üzereydim. Pedalları daha hızlı çevirirken bir yandan bisiklet yolunda yürüyen insanlara sinir oluyordum. Köşeyi döndüğümde 4 kişilik ekibimizi görmüştüm ve tabiki destek birliklerini ve bir de...
Ah gözlerime inanamıyorum! Limanda suyun üzerinde duran dev gibi, geniş cam ekranları, gri metal kaplaması, kalın boru ve pervaneleriyle oldukça görkemli, hayatımda gördüğüm en havalı denizaltı suyun üzerinde süzülüyordu!
Hayatımda sadece 2 kere denizaltına binmiştim ama sanırım bu seferki en iyisi olacaktı. Bisikletimi en yakındaki yere kilitleyip koşar adımlarla onlara yaklaşırken gözlerimi denizaltından alamıyordum. Yanlarına geldiğimde Stephane beni gördü ve küçük bir sevinç çığlığı attı. Hareketinden utandım ve Charlotte'ın görmemesini diledim. Ama zaten sahilde yoktu. Limanın başında belgeleri imzalamakla meşguldü. Rahat bir nefes aldım. En azından koşa koşa sahile dalmama şahit olmamıştı. Stephanie yanıma gelirken sanki her şey yolundaymış gibi bana otuz iki diş gülümsedi. Birazdan test sürüşü yapılacağı için takımlarını giymiş, bonesini takmıştı ve bone zaten yuvarlak olan yüzünü daha yuvarlak, daha çocuksu gösteriyordu.
"Nerede kaldın uyuşuk, çok bekledik!”
Benden kısa olmamasına rağmen zıplayıp boynuma atladı ve dengemi sağlamak için kollarımı açmam gerekti. Elinden kurtulduğumda göz ucuyla bisikletimi işaret ettim.
"O kadar hızlı sürdüm ki birilerine çarpmamış olmam mucize.”
Umursamazca gülümsedi.
"Az daha sensiz gidiyorduk. Charlotte şu anda gergin bir şekilde sorumluluk belgelerini imzalıyor."
O tarafa baktım. Gözlerim başka birini aradı.
"Luca nerede?"
"Gelmeseydin Hannah!"
Arkamdan bir ses işittim. Boşuna sormuştum. İşte buradaydı. Hayal kırıklığımı saklamaya çalışarak ona döndüm. Dalgıç takımını sanki her gün test sürüşüne katılıyormuş gibi formalite icabı giymişti. Boyu uzun, vücut hatları Stephanie gibi yuvarlak olmadığından şirin bir görüntüsü de yoktu. Asla boneyle kapatmayacağı saçları alnına saçılmıştı ve bu onu Stephanie gibi komik olmaktan kurtarıyordu.
"Geldim işte." dedim onunla göz göze gelmemeye dikkat ederek.
"Charlotte'a seni takımdan atmasını söyledim ve bu sefer beni dikkate alacağını düşünüyorum."
"Ne?!"
Şaşkınlığım sesime yansımıştı. Ne yaptığını sanıyordu? Onu boğma isteğimi bastırmaya çalıştım.
"Üzgünüm ama çabaların boşa.” dedim kendimi rahatmış gibi göstererek.
“Charlotte ekipte bana ihtiyacınız olduğunu biliyor. Asla başarılı olamayacaksı-"
"Hannah!"
Charlotte'ın sesi yerimden sıçramama sebep oldu. İrkilip arkama döndüğümde Luca kıkırdadı.
"Neredeydin?"
"B-ben..."
Dalgıç takımımı kaybettim demeye utandım. Ama söyleyecek bir şeyim yoktu. Gerçekten nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyordum? Luca'nın abarttığını söylemek istedim ama yarım saat geç kaldığım ortadaydı.
"Özür dilerim efendim. Bir daha olmayacak."
"Özür falan dileme. Sabahtan beri bu denizaltıyla uğraşıyorum. İşçisiyle, görevlisiyle, belgesiyle... Yok kayıt ekibi, yok ilk yardım ekibi yok yedek takım... Bir de asıl takımda olan elemanım geç kalıyor, benimle dalga mı geçiyorsun?!"
"Ç-çok haklısınız- "
"Bana cevap verme. 2 dakika daha geç kalsaydın yedek takımdan birini yerine geçirecektim. Tabi yırttığını da düşünme, hakkında tutanak tutacağım."
Tutanak mı? Bu nereden çıkmıştı şimdi? Görünüşe bakılırsa Luca işini yapmıştı. Dişlerimi sıkıp tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Konuşmaya başladığımda sesimin öfkeli çıkmaması için büyük çaba veriyordum.
"Peki efendim."
Sözümü bitirmeden arkasını dönmüştü bile, eliyle gel işareti yaparken aynı anda "Beni takip edin." dedi. Hepimiz peşine takıldık. Luca'nın yanından geçerken ona öfke dolu bir bakış fırlattım. O da bana alışkın olduğum bir sırıtışla karşılık verdi.
Kaybettiğim dalgıç takımımı ararken telefonlarım bir türlü susmuyordu. Her bir aramada sinirlerim biraz daha gerilirken ayağıma dolanan Misha'ya takılıp düşmemeye çalışıyordum. Elimdeki çamaşır sepetinden düşen birkaç çorabı ayağımla alıp yatağa fırlattığım ve sepeti de peşinden boşaltıp doğruca mutfağa, telefona koştum. Açtığımda sesim tam istediğim o aksi tondaydı.
"Ne var Stephanie?"
"Sana da günaydın Hannah. Yarım saattir sahilde seni bekliyoruz. Ne kadar yatıştırmaya çalışsamda Charlotte çıldırdı üstelik Luca şu an onu sana karşı doldurmakla meşgul."
Harika. İşte şimdi paniklemiştim. Charlotte oradaydı. Zaten bu operasyona gelmemesi saçma olurdu. Bunu nasıl düşünememiştim. Bu sefer beni ekipten atmazsa şanslı sayılırdım. Defalarca aksattığım görevlerim ve başarısız dalışlarımın sayısı fazla olsa da bana sabretmişti.
Atılamazdım, atılmamalıydım.
Küçüklüğümden beri sulardaydım. Bu benim için bir yaşam tarzıydı. Nefesimi suda 1 dakika tutmaktan tüple saatlerce basınç altında kalmaya kadar gelebilmiştim ben. Aslında o kadar da kötü bir dalgıç sayılmazdım. Tabii etrafımda beni çürütmek isteyen insanlar da olmazsa...
"Lütfen Stephanie Charlotte'ı durdur. O denizaltına binmek istiyorum. Aylardır bunu bekliyordum."
"Biliyorum biliyorum fakat bu çatlak kadın sakinleşecek gibi değil. Elimden geleni yaparım ama sen de hızlı ol. En kötü Luca'yı sörf tahtasıyla döverim. Bu herkesin dikkatini dağıtır.”
Kıkırdadı.
"Ve acilen o denizaltını görmelisin Hannah. Bizim evin önündeki parktan bile büyük, her yeri cam. İçi kim bilir nasıldır... Kaçırmaman için elimden geleni yapacağım."
"Çok teşekkürler Steph orada görüşürüz."
"Çabuk ol!”
Telefonu kapandığında sertçe masaya koydum. Kaçırmak istemiyordum. 3 adımda yatak odama çıkıp dolabımı karıştırmaya başladım. Takımım burada bir yerlerde olmalıydı. Kıyafetlerimi birbirine kattım. Etrafa saçılan tişört, çorap, pijamayla her yer karman çorman oldu. Şimdi takımı bulmak daha zor gözüküyordu. Bıkkınlıkla oflayarak tüm kıyafetlerimi yere döküp dolabı boşalttım. Elimi üst rafına sokarak derinliklerini kontrol ettim. Ama hayır burada da yoktu. Harika. Şimdi ne yapacağım? Ellerimi saçlarıma götürerek hafifçe çekiştirdim.
Olamaz olamaz olamaz.
Çok geç kaldım! Nasıl hayalini kurduğum bu güne hazırlanmayacak kadar akılsız olabilirim? Ama dalgıç takımım her gün aynı yerinde olurdu. Şu an yoktu. Sadece hatırlamaya ihtiyacım vardı.
Nerede olabilir? Düşün düşün. Gözlerim yatağıma takıldı.
Bekle!
Koşar adımlarla yatağa gidip ağır bazasını kaldırdım ve o alışık olduğum mavi poşeti gördüğümde rahat bir nefes aldım. Hafta sonu olan temizlikte buraya kaldırmış olmalıydım. Kendime fark etmediğim için kızarken hızla içindekileri kontrol etmeye koyuldum. Eksik olmamalıydı. Hepsini teker teker saydım. Palet, maske, dalış elbisebi, ağırlık kemeri, denge yeleği, zaman saati ve pusula. Hepsi tamdı. En azından buradan vakit kaybetmeyecektim. İçimde yükselen zafer duygusuyla poşeti koluma taktım ve anahtarlarımı alıp dışarı çıkıyordum ki gözlerim bacaklarıma takıldığında yine bir şey unuttuğumu farkettim.
İktiyozis.
Dalıştan önce bunu görmezden gelirsem muhtemelen bacaklarım bir hafta kızarık katman katman gezecektim. Yatak odama geri dönüp çekmeceyi açtım. Beyaz kapaklı büyük kremi aldığımda tekrar sıkılmaya başlamıştım. Bunu yapmaktan nefret ediyordum. Kapağı açıp bir avuç kremi bacaklarıma sürmeye başladım. Elime gelen pulluluk hissine alışkındım. Bu hastalığa nasıl yakalandımı gerçekten bilmiyordum. Bebekliğimden beri böyleydi. Babaannem bir gün beni giydirirken bacaklarımın soyulduğunu görmüş ve soluğu hastanede almıştı. Bana kalırsa acayip kaşınmasından ve en az Misha' nın tüy dökmesi kadar yoğun dökülen derilerden başka risk taşıyan bir hastalık değildi fakat babaannem öyle düşünmemişti. Doktor bana iktiyozis teşhisi koyduğunda oracıkta fenalaşmıştı ve doktorlar ona sadece bir deri hastalığı olduğunu anlatana kadar saatler geçmişti. Gel gelelim dediklerine göre bu hastalık bende tuhaf seyrediyordu. Doktorun net bir açıklaması yoktu, sadece mutasyonlu olduğunu söylüyordu çünkü bacaklarım bazen, özellikle soğuk havalarda morarıyordu. Doktorlar hastalığın bu çeşidini ilk kez bende gördüğü için herkesin kullandığı kremlerden başka bildikleri bir tedavi yöntemi de yoktu maalesef. Krem çoğu zaman işimi görsede son bir yılda kaşıntıyı ve soyulmayı engelleyemez oldu. Özellikle dalış sonraları sıkıntı oluyordu. Suyun içinde gayet rahat olmama rağmen çıkınca bütün acısını çekiyordum. Sanırım krem artık hastalığı yatıştırmaya yetmiyordu. Artık canımı o kadar sıkmaya başlamıştı doktorun yazdığı dozajı çok kolay aşıyordum. Ancak bu şekilde biraz rahatlayabiliyordum. Ve akademideki bazı insanlar da en çok bu konuda benimle dalga geçiyordu. O yüzden bunu işime olabildiğince az yansıtmaya çalışıyordum. Her ne kadar takıma ilk geldiğim zamanlar kadar -11 yaşındaydım- zorbalık görmesemde yine ‘bazı insanlar’ asla olgunlaşmıyordu.
İç çektim. Kremi çantama attıktan sonra ayakkabılarımı bağlarken boynuma astığım dalış gözlüğüm aşağı sarktı. Kapıyı çekip anahtarlarımı cebime attığımda koşarak bisikletimi park ettiğim yere gittim. Kilidini açıp ayağımı pedala koyarken kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı bile. Bisiklete bindim ve dengemi sağlayıp hızlandım. Ontario’nun bu küçük kasabasında arabaya ihtiyacım olmuyordu. Araba kullanan çok az kişi vardı. Burası bisiklet parkurlarıyla dolu, sahillerle kaplı bir yerdi. Dolayısıyla arabam yoktu. Zaten arabam olsa bile bineceğimi sanmıyordum. Geçen sene babaannemi kazada kaybettiğimden beri binmiyordum. Kazan anında şöför ve babaannemin ön koltuktaki görüntüsü her seferinde arabaya binmeme engel oluyordu.
Yamacın sonunda frenler çalışmayına takla atarak denize yuvarlanmıştık. O anı her anımsadığımda, o düşmeyen hız ibresi gözümün önüne gelince içim ürperiyordu. Suya düştüğümüzde cam, kapı kalmamıştı. Tek yüzebilense bendim ve kendimi zor kurtarmıştım. Kurtarma ekiplerinin söylediklerine göre babaannem ve şöförü arabanın içinde kımıldayamamışlardı. Benim kurtulmam bir mucizeydi. Hiçbir dalışta kaçmadığı kadar çok su kaçmıştı genzime. Yine de kendimi, onları kurtaramadığım için suçlu hissediyordum. Sırf bu travmamın varlığından, devasa deniz araçlarına biniyor olsam da arabalara asla binmezdim.
Yüzümü buruşturdum, o dakikalar aklıma geldikçe hala kötü oluyordum. Derin bir nefes alarak temiz havayı içime çektim ve yola odaklandım. Buluşma yerine gelmek üzereydim. Pedalları daha hızlı çevirirken bir yandan bisiklet yolunda yürüyen insanlara sinir oluyordum. Köşeyi döndüğümde 4 kişilik ekibimizi görmüştüm ve tabiki destek birliklerini ve bir de...
Ah gözlerime inanamıyorum! Limanda suyun üzerinde duran dev gibi, geniş cam ekranları, gri metal kaplaması, kalın boru ve pervaneleriyle oldukça görkemli, hayatımda gördüğüm en havalı denizaltı suyun üzerinde süzülüyordu!
Hayatımda sadece 2 kere denizaltına binmiştim ama sanırım bu seferki en iyisi olacaktı. Bisikletimi en yakındaki yere kilitleyip koşar adımlarla onlara yaklaşırken gözlerimi denizaltından alamıyordum. Yanlarına geldiğimde Stephane beni gördü ve küçük bir sevinç çığlığı attı. Hareketinden utandım ve Charlotte'ın görmemesini diledim. Ama zaten sahilde yoktu. Limanın başında belgeleri imzalamakla meşguldü. Rahat bir nefes aldım. En azından koşa koşa sahile dalmama şahit olmamıştı. Stephanie yanıma gelirken sanki her şey yolundaymış gibi bana otuz iki diş gülümsedi. Birazdan test sürüşü yapılacağı için takımlarını giymiş, bonesini takmıştı ve bone zaten yuvarlak olan yüzünü daha yuvarlak, daha çocuksu gösteriyordu.
"Nerede kaldın uyuşuk, çok bekledik!”
Benden kısa olmamasına rağmen zıplayıp boynuma atladı ve dengemi sağlamak için kollarımı açmam gerekti. Elinden kurtulduğumda göz ucuyla bisikletimi işaret ettim.
"O kadar hızlı sürdüm ki birilerine çarpmamış olmam mucize.”
Umursamazca gülümsedi.
"Az daha sensiz gidiyorduk. Charlotte şu anda gergin bir şekilde sorumluluk belgelerini imzalıyor."
O tarafa baktım. Gözlerim başka birini aradı.
"Luca nerede?"
"Gelmeseydin Hannah!"
Arkamdan bir ses işittim. Boşuna sormuştum. İşte buradaydı. Hayal kırıklığımı saklamaya çalışarak ona döndüm. Dalgıç takımını sanki her gün test sürüşüne katılıyormuş gibi formalite icabı giymişti. Boyu uzun, vücut hatları Stephanie gibi yuvarlak olmadığından şirin bir görüntüsü de yoktu. Asla boneyle kapatmayacağı saçları alnına saçılmıştı ve bu onu Stephanie gibi komik olmaktan kurtarıyordu.
"Geldim işte." dedim onunla göz göze gelmemeye dikkat ederek.
"Charlotte'a seni takımdan atmasını söyledim ve bu sefer beni dikkate alacağını düşünüyorum."
"Ne?!"
Şaşkınlığım sesime yansımıştı. Ne yaptığını sanıyordu? Onu boğma isteğimi bastırmaya çalıştım.
"Üzgünüm ama çabaların boşa.” dedim kendimi rahatmış gibi göstererek.
“Charlotte ekipte bana ihtiyacınız olduğunu biliyor. Asla başarılı olamayacaksı-"
"Hannah!"
Charlotte'ın sesi yerimden sıçramama sebep oldu. İrkilip arkama döndüğümde Luca kıkırdadı.
"Neredeydin?"
"B-ben..."
Dalgıç takımımı kaybettim demeye utandım. Ama söyleyecek bir şeyim yoktu. Gerçekten nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyordum? Luca'nın abarttığını söylemek istedim ama yarım saat geç kaldığım ortadaydı.
"Özür dilerim efendim. Bir daha olmayacak."
"Özür falan dileme. Sabahtan beri bu denizaltıyla uğraşıyorum. İşçisiyle, görevlisiyle, belgesiyle... Yok kayıt ekibi, yok ilk yardım ekibi yok yedek takım... Bir de asıl takımda olan elemanım geç kalıyor, benimle dalga mı geçiyorsun?!"
"Ç-çok haklısınız- "
"Bana cevap verme. 2 dakika daha geç kalsaydın yedek takımdan birini yerine geçirecektim. Tabi yırttığını da düşünme, hakkında tutanak tutacağım."
Tutanak mı? Bu nereden çıkmıştı şimdi? Görünüşe bakılırsa Luca işini yapmıştı. Dişlerimi sıkıp tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Konuşmaya başladığımda sesimin öfkeli çıkmaması için büyük çaba veriyordum.
"Peki efendim."
Sözümü bitirmeden arkasını dönmüştü bile, eliyle gel işareti yaparken aynı anda "Beni takip edin." dedi. Hepimiz peşine takıldık. Luca'nın yanından geçerken ona öfke dolu bir bakış fırlattım. O da bana alışkın olduğum bir sırıtışla karşılık verdi.